Özellikle dış haberlerin toplanması ve hazırlanmasına ilişkin olarak dil ve gazetecilik arasındaki ilişki, genellikle dil (söylem, biçem, uygulama) ya da iletişim odaklı araştırmalar çerçevesinde ele alınmakta ve tanımlanmaktadır. Bu ilişkide çevirinin hem süreç hem de ürün olarak nerede durduğu ise nispeten yakın zamanda ilgi görmeye başlamıştır. “Çeviri ve medya” ya da “medya çevirisi” olarak adlandırabileceğimiz geniş araştırma alanı, çeşitli alt alanlara ayrılabilir. Van Doorslaer (2009), yakın zamanda yayınlanan bazı çalışmalara atıfta bulunarak ve nicel veriler kullanarak, bu araştırma alanında ilginin büyük ölçüde görsel-işitsel çeviri [audiovisual translation], seslendirme/dublaj [voiceover and dubbing] ve altyazı [subtitling] gibi alt alanlara odaklandığını ortaya koymaktadır. Medya çevirisinin gazetecilikle bağlantılı yönleri ve çevirinin günlük gazetecilik faaliyetlerindeki konumu, bu alt alanlarda açıkça ele alınmamıştır. Bununla birlikte, Warwick Üniversitesi tarafından düzenlenen Translation in Global News başlıklı projenin ardından haber çevirisine ve haber ve çeviriyle ilişkili diğer alanlara ilgi giderek artmıştır. Valdeón (2015), Basın Çevirisi Araştırmaları (Journalistic Translation Research) alanında son on beş yıla genel bir bakış sunmaktadır. Warwick projesi kapsamında yayınlanan başlıca çalışmalar, Conway & Bassnett 2006’daki konferans bildirileri ve daha da önemlisi projenin son yayını olan Bielsa & Bassnett 2009’dur. Bu çalışma, özellikle küresel olarak nitelendirilen haber ajanslarında (AP, Reuters ve AFP başta olmak üzere) çevirinin rolünü ve somut çeviri haber metinlerini ele almaktadır. Küreselleşme ve uyum sağlama eğilimine, İngilizce dilinin baskın rolünün artmasına ve hatta Anglofon yazı modellerinin (kısa ve daha doğrudan anlatım) hakimiyetine rağmen, çerçeveleme ve çeviri ile ilgili uygulamalarda, stratejilerde ve değerlerde hala önemli bir çeşitlilik görülmektedir. Bu çeşitliliğin kaynağı bazen haber ajanslarının ulusal/bölgesel kökenlerine ya da “alternatif” IPS haber ajansı örneğinde olduğu gibi içerikle ilgili belirgin seçimlere dayandırılabilir. Dünyadaki haber dolaşımının dengesizliğini ve “seçkin ülkelerin” medyada daha ön planda olmasını eleştiren MacBride raporunun (MacBride 1980) yayınlanmasından bu yana yeni dengeler kurulmuştur. Fakat karmaşık yapıdaki güç ilişkileri (kıtasal, ulusal, dilsel, siyasal ve ideolojik ilişkiler), haberlerin seçilmesi, çevrilmesi ve düzenlenmesine ilişkin önemli kararlarda ve seçimlerde belirleyici rol oynamaktadır. Christina Schäffner (2008), erek kitle için yeniden bağlamsallaştırılan çeviri haber metinleri ve siyasi alıntılardan oluşan bir bütünce üzerinde çalışmıştır (bu incelemede çeviri edimini ele almamıştır). Schäffner, siyasal gazetecilik ve siyasal iletişim konularında, çeviri üretiminin kurumsal ve ideolojik koşullarının belirleyici bir öneme sahip olduğunu göstermektedir. Roberto Valdeón, İspanyolca BBCMundo’yu incelediği vaka çalışmasında (2008), Anglofon ve İspanyolca konuşulan kültürler arasında bir statü farkı olduğunu, hazırlanan haberlerde ilkinin ikinciye göre daha önemli bir konuma yerleştirildiğini ortaya koymuştur. Gazetecilikte belirli materyallerin kullanılması, çevrilmesi ve düzenlenmesindeki bariz seçicilik, dünya algısının çerçevelenmesinde etkilidir. Luc van Doorslaer (2009), uluslararası haber yayınlarında ana kaynak olarak kullanılan haber ajansları ile haberlerde yer verilen ülkeler arasında belirgin bir ilişki olduğunu göstermektedir. Örneğin Belçika’da, çoğunlukla AP’den yararlanan haber merkezleri daha çok ABD hakkında haberler hazırlamaktadır. Öte yandan ağırlıklı olarak AFP’den yararlanan haber merkezleri ise daha çok Fransa ile ilgili haber oluşturmaktadır. Dünya haber ajansları günümüzde kendilerini “küresel” olarak nitelendirse de çıkış noktalarını inkâr etmedikleri açıkça görülmektedir. Haber ajanslarının ulusal kökenleriyle bağlantılı normları olması kaçınılmazdır ve bu durum haber seçme ve ayıklama ilkelerine olduğu kadar çerçeveleme yaklaşımlarına da yansımaktadır. Bu nedenle “habercilik faaliyetlerinde kendilerini ulusal ve/veya bölgesel temellerinden yeterince ayırıp ayırmadıkları” bir soru işareti olarak kalmaktadır (Bielsa & Bassnett 2009: 49).