ÇeviriDört Yol Ağzında Çeviribilim [Translation studies at a cross-roads]
BA Student at Boğaziçi University Department of Translation and Interpreting Studies
Özet
Bu makale, bir yazarın 1970’lerde çeviriyle ilgilenen diğer araştırmacılarla ilk karşılaşmasını ve o zamanlarda edebiyat ya da dilbilim üzerine çalışan diğer meslektaşlarının çeviriye karşı önyargılarının kendisinde yarattığı hayal kırıklığı ile başlayan kişisel yolculuğunu anlatıyor. Makale çeviribilimin kendi başına önemli bir alan olarak yükselişinde geçtiği aşamaları takip ederken; disiplininin nispeten yerleşik bir konuma oturması sebebiyle gelenekselliğe karşı mücadele etmekte henüz başarısız olduğunu belirtiyor. Kültürel bellek çalışmaları, dünya edebiyatı, sömürgecilik sonrası çalışmalar gibi alanlarda ortaya çıkan yenilikçi ve heyecan verici araştırmaların çeviribilimi geride bırakma riskini beraberinde getirmesine değinerek disiplinin şu anki haline dair bazı sorunları gündeme taşıyor. Şahsi düşüncem, çeviribilimin artık bir dört yol ağzına geldiği ve kimilerinin beşerî bilimlerde çeviri dönüşümü olarak adlandırdığı gelişmelerin göz önünde bulundurularak artık diğer disiplinlerle iletişim kurulması gerektiği yönündedir.
Anahtar kelimeler:
İçindekiler
Otuz üç yıl önce, karşılaştırmalı edebiyat üstüne doktora diplomasını daha yeni almış genç bir araştırmacı Leuven Üniversitesi’nde düzenlenen ve sonradan Edwin Gentzler’in Çağdaş Çeviri Kuramları (Contemporary Translation Theories) başlıklı kitabında “tarihi” olarak betimleyeceği bir konferansa geldi. Genç araştırmacının o etkinliğe katılması o kadar önemliydi ki, önce bebeğini ailesinin yanına bırakmak için toplam 480 küsur kilometrelik bir yolculuk yaptı, sonra Londra’dan tam on beş saat süren bir otobüs yolculuğuna çıktı. Birleşik Krallık’ta henüz yeni iş edinebilmiş bekar bir anne için uçak bileti almak söz konusu bile olamazdı. İngiliz Kanalı’nın (milliyetçi çağrışımlardan kaçınmak istersek Manş Denizi) istikrarsız durumu da maalesef uzun süreli gecikmeler olabileceği anlamına geliyordu. Ancak bu seminere katılmak o kadar önemliydi ki, buraya ulaşımda yaşanacak zorluklar onun yanında teferruat kalıyordu.
Bu konferansta sunulan bildiriler iki yıl sonra James Holmes, José Lambert ve Raymond van den Broeck tarafından derlenmiş, günümüzde ise epey bilinir hale gelmiş Edebiyat ve Çeviri: Edebi Çalışmalarda Yeni Bakış Açıları (Literature and Translation: New Perspectives in Literary Studies) adlı bildiri kitabında yayınlandı ve bu kitabın içindeki yazılardan biri de André Lefevere’in “Çeviribilim: Alanın Amacı” (Translation Studies: The Goal of the Discipline, Lefevere 1978Lefevere, André 1978 “Translation Studies: The Goal of the Discipline”. Holmes, Lambert and van den Broeck, 234–35.) başlıklı iki sayfalık “manifestosuydu”. Toplantıya katılan araştırmacıların görüşlerini özetlemeye çalışma görevi Lefevere’e verilmişti. Çeviribilimin, sonunda James Holmes’ün bugün hala yankılarını hissettiğimiz 1972 tarihli “Çeviribilimin İsmi ve Doğası” (The Name and Nature of Translation Studies, Holmes 2000Holmes, James S. 2000 “The Name and Nature of Translation Studies”. Lawrence Venuti, ed. The Translation Studies Reader. London and New York: Routledge 2000 172–185.) başlıklı yazısında çizilen yoldaki ilk adımları attığı konusunda fikir birliğine varılmıştı.
Genç araştırmacı otobüsle Flanders’ın verimli topraklarını geçtiği sırada James Holmes’ün çalışmalarıyla daha yeni karşılaşmıştı. Hatta, çeviribilim diye bir alanın varlığını 1975 yılının aralık ayında, Holmes, Lambert, Lefevere, van den Broeck, Gideon Toury ve hepsinden ötesi İsrailli çoğuldizge kuramcısı Itamar Even-Zohar ile bizzat tanıştığı East Anglia Üniversitesi’nde düzenlenen İngiliz Karşılaştırmalı Edebiyat Birliği’nin açılış konferansı esnasında öğrenmişti. Genel oturum konuşmalarını René Wellek ve Jan Kott gibi engin karşılaştırmalı edebiyatçıların yaptığı bu konferansta Even-Zohar sahneye çıkıp, metin ve fikirlerin bir dil ve kültürden diğerine geçişi hakkındaki yeni akımı tutkuyla savunarak tartışmayı ele geçirmişti.
Bazı insanlar dinsel aydınlanmalar yaşar –aklımıza ilk olarak kör edilip üç gün boyunca göremeyen ve sonrasında Ananias tarafından iyileştirilip Hristiyan olan Şam yolundaki St. Paul gelebilir. James Joyce, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi (Portrait of the Artist as a Young Man) başlıklı kitabında benzer bir deneyim fikrini kullanıyor ve bu deneyimin bakış açısını din dışı bir bağlama taşıyıp genişleterek, bir farkındalık anı, bir görüş değişmesine tekabül eden ‘epifani’ fikrini ortaya atıyor. Itamar Even-Zohar’ın düzene karşı gelişini dinlediğimde de benim yaşadığım bir epifaniydi. Çünkü – bunun farkında olmak oldukça önemli- akademik kariyerlerimize yeni başlarken birçoğumuz içine girdiğimiz düzene oldukça eleştirel bir gözle bakıyorduk. Elbette araştırma alanı olarak karşılaştırmalı edebiyatı seçmek başlı başına bir karşı çıkıştı, belirli bir disiplin çerçevesi dahilinde kalmayı reddetmekti. Bu seçimimiz sık sık karşılaştırmalı edebiyatı bir alan olarak görmeyen daha geleneksel disiplinlerin içindeki araştırmacılar tarafından küçümseniyordu.
Hiçbir şey insanları ortak bir dert kadar bir araya getiremiyor: Norwich konferansında o zamanlar oldukça radikal bir fikir olan çevirinin sistematik bir şekilde araştırılması fikrinin mucit ve mustaripleri ile yiyip içtiğimi, bir de bu gelenek karşıtı düşünürlerin bir toplantısına, Leuven’e davet edilişimi hatırlarım. Katılımcıların hepsi Holmes’ün 1972 tarihli yazısında yer alan bir konuya işaret ediyordu. Bu yazıda Holmes çeviri üzerine ciddi bir çalışma yapmak isteyenler için mevcut iletişim kanallarının yetersizliğinden bahsediyordu:
Var olan kanallar hala eski disiplinler (ve onların model, yöntem ve terminolojiye dair mevcut normları) üzerinden devam etme eğilimindedir; bu sebeple çeviri üzerine yazılmış makaleler çeşitli araştırma alanlarındaki akademik dergilerden, çevirmenler için yayınlanan bültenlere uzanan çok geniş bir düzlemde yer almaktadır. Geldiği alana bakılmaksızın, halihazırda bu alanda çalışan tüm araştırmacılara ulaşabilecek, geleneksel disiplinlerin ötesine geçen başka iletişim kanallarına ihtiyaç olduğu aşikardır.(Venuti Holmes’den alıntılıyor 2000:173)
Leuven’den elimde uzun bir okuma listesiyle döndüm. Çoğuldizge kuramı hakkında hiçbir şey bilmiyordum; Jiří Levý ile hiç tanışmamıştım; çeviri üzerine gerçekleştirilmiş Alman araştırmalarının zenginliğini bilmiyordum; André Lefevere ve José Lambert’in neden George Steiner’ın nevi şahsına münhasır After Babel’ini eleştirdiklerini anlamıyordum. Çevirinin rolü, işlevi, kuramı, uygulaması ve hepsinin ötesinde çeviribilimin akademide edinebileceği konum gibi benzer düşünsel sorunlar üzerinde yoğunlaşan, Leuven konferansından sonra sayısı daha da artacak bir insan grubuyla tanıştığımın farkına varmıştım.
James Holmes’a göre, sunduğu “ütopik disiplin”in gelişiminin önünde bu alanın isimlendirilmesi (Lefevere’in manifestosu bu açıdan önemliydi), “alanın yapısı ve kapsamı üzerinde ortak fikrin bir eksikliği” gibi engeller yatmaktaydı (Venuti Holmes’den alıntılıyor 2000:175). Holmes, Wender Koller’in 1971 tarihli “Übersetzen, Übersetzung und Übersetzer” yazısında alan için yaptığı geniş tanımı oldukça cesur bularak övmüştür:
Çeviribilim (Übersetzungswissenschaft) çeviri ve çeviri yapma işini odak veya temel alan tüm araştırma aktiviteleri için ortak ve kapsayıcı bir alan olarak görülmelidir.(Venuti Koller’den alıntılıyor 2000:176)
Otobüsle Brüksel’den dönerken (neyse ki deniz daha sakin olduğundan yolculuk çok daha kısa sürdü) en azından isim problemi çözülmüş görünüyordu, çünkü kendimizi çeviribilim araştırmacıları olarak adlandırmaya karar vermiştik. Yeni bir kuşağı beşerî bilimler alanında kısa zamanda sözü geçen radikal fikir ve metodolojilerle tanıştıracak ve edebi çalışmaların yapısını güçlü bir şekilde değiştirecek olan New Accents serisinde yayınladığım ilk kitabımın başlığı da Çeviribilim oldu. Kitabın 2012 yılında 4. baskıya ulaşması, birçok dile çevrilmiş olması ve hala yaygınca kullanılıyor olması, kitap yazıldığı sırada henüz oluşum aşamasında olan bir alana sonrasında duyulan büyük ilgiyi kanıtlıyor.
2009 yılının Ağustos ayında Leuven Üniversitesi bir konferansa daha ev sahipliği yaptı. Bu seferki toplantının amacı eski adı CERA olan saygın CETRA Çeviribilim Merkezi’nin kuruluşunun yirminci yıl dönümünü kutlamaktı. Bu toplantı hem Leuven’in çeviribilimin gelişmesindeki merkez konumunu güçlendirmiş, hem de alanın küresel başarısını somut olarak da kanıtlamış oldu. Çünkü bu etkinlik çeviri alanının kıdemli kilit isimlerini bir araya getirmiştir. Katılamayanların da en azından böyle bir etkinliğin gerçekleşebilmesinden sevinç duyduğuna eminim. Elbette otuz üç yıl önce böyle bir şey akla bile gelmezdi; gerçi otuz üç yıl önce CETRA, Target gibi kurumsallaşmış saygın merkezler, kitap serileri, süreli yayınlar, ansiklopediler, öğrenci toplulukları ve uluslararası organizasyonlar da yoktu. Evet, bazı profesyonel oluşumlar ve uzman gazeteciler vardı; ama hedefleri sınırlıydı ve sınırlı bir okuyucu kitlesine sahiptiler.
Alanın başarısı konusunda kendimizi tebrik etsek de bu başarının doğasına dair birtakım sorular sormamız gereklidir. Farklı geçmişlerimiz ve farklı ilgi odaklarımıza rağmen kendimizi çeviribilim kökenli araştırmacılar olarak görsek bile cevaplanması gereken soru, çeviribilimin diğer disiplinler üzerinde nasıl bir etki bıraktığıdır. Şüphesiz çeviribilim artık bir disiplin haline geldi; ancak alandaki araştırmaların diğer ilgili alanlara, özellikle de edebi çalışmalara etkisinin boyutu henüz gözlemlenmiş değil. Çeviribilime öncülük edenlerimizin diğer ilgili alanlara yeni iletişim kanalları açmakta başarılı olup olmadığı ve olmadıysa bunun nedenleri sorgulanmalıdır.
Bir süreliğine tekrar Leuven’e, 1976 yılına geri dönelim. Yetmişli yıllarda sanat ve beşerî bilimlerde düşünsel açıdan muazzam bir çeşitlenme olmuştu. Bu çeşitlenme en çok da farklı alanların edebi kanona karşı çıkması ile betimlenebilir. Feminist araştırmacılar bu kanonun oluşumunun ardında yatan cinsiyet yapısını sorguladı; kültürel araştırmalar metinlerin oluşumu ve algılanışında toplumsal sınıf ve etnik kimliğin öneminin altını çizdi; yazarın ölümü beyan edildi, sahip olduğu psikolojik ve sosyal birikimi ile okuyucu önem kazandı; yapısökümcülük her türlü ilk varsayımı sorgulayan çeşitli okuma boyutları ortaya çıkardı. Dahası geleneksel konu sınırları zorlanmaya başlandı: Örneğin, tiyatro araştırmaları, sinema araştırmaları, kültürel araştırmalar edebiyat bölümlerinden ayrılıp özerklik kazandı. Tüm bu değişimler endişe verici ve genelde sancılı oldu: Üniversitemde sinema araştırmaları bölümünün açılması teklifinin yırtıldığı ve çeviribilimin ayrı bir bölüm olarak temsil edilmesine çalıştığım için karşılaştırmalı edebiyatı ‘yok etmekle’ suçlandığım fakülte toplantılarını hala ilk günkü gibi hatırlarım. Bir insan böyle toplantılardan genelde paralanmış ve yaralı halde çıkar; ilk rauntta nakavt olmuştur ancak başka bir gün tekrar dövüşmeye kararlıdır.
Çeviribilimin ilk ortaya çıktığı mücadeleci arka planı akılda bulundurmak önemlidir. Bu hem heyecanlı hem de rahatsız edici bir dönemdi: adeta nesiller arası bir savaş yaşanmaktaydı. Benim durumum ise şöyleydi: Anglo-sakson filolojisi üzerine başlangıç aşamasında olan araştırmalarımı bırakmış (bu konuya karşı içimde hala nostaljik bir sevgi ukdesi beslediğimi kabul ediyorum) ve yön değiştirmiştim, ama o yönün tam olarak ne taraf olduğu belli değildi. Doktora tezim Einstein’ın görelilik kuramının İtalyan, Fransız ve İngiliz oyun yazarları tarafından 20. yüzyıl sahnelerinde yorumlanması üzerineydi. Düşününce bu içi boş ve gülünç bir konuydu; ancak bana altı yıllık araştırma sürecimde metinlerin kültürel ve dilsel sınırlar arasında nasıl geçiş yaptığı hakkında birçok şey öğretti. Bu sebeple 1976 Leuven konferansında Even-Zohar’ın “Edebi Çoğuldizgede Çeviri Edebiyatın Yeri” (The Position of Translated Literature Within the Literary Polysystem) başlıklı yazısını duyduğumda çok mutlu olmuştum. Sonunda çeviri metinlerin yolculuğunu kuramlaştırma ve belki de edebiyat tarihini tamamen farklı bir bakış açısı ile yeniden yazmaya dair bir ihtimal doğmuştu. Sonradan Even-Zohar’ın biçimciliğe yakınlığı üzerine tartışmalar dönmüş olsa da Gideon Toury ve diğerleri tarafından daha da ileriye götürülecek Tel Aviv yaklaşımının asıl önemi, metinlerarası aktarımın doğasında bulunan ideolojik boyutlara vurgu yapmasıydı. Bahsi geçen yayının terminolojisi tartışmalı olabilir (örneğin “zayıf” ve “çevresel” edebiyatlardan bahsediyor); fakat önerileri kanona karşı çıkan diğer eleştirel görüşler ile uyuşmaktaydı. Çevirinin statü ve uygulamasının çevirinin o çoğuldizgedeki konumuna göre şekillendiğini; neyin çeviri olduğunun “tarih ve bağlam dışı a priori bir ideal cevabı” olmadığını; çevirinin temelde “belirli bir kültürel sistem içindeki ilişkilere dayanan bir aktivite” olduğunu savunuyordu (Even-Zohar 2000Even-Zohar, Itamar 2000 “The Position of Translated Literature within the Literary Polysystem”. Lawrence Venuti, ed. The Translation Studies Reader. London and New York: Routledge. 192–197.: 197). Maria Tymoczko’nun 1986Tymoczko, Maria 1986 “Translation as a Force for Literary Revolution in the 12th Century Shift from Epic to Romance”. New Comparison 1. 7–28. tarihli orta çağ Fransız edebiyatında epikten romantiğe geçişte çevirinin oynadığı rol üzerine yayınladığı çalışmasında, çoğuldizge kuramının “12. yüzyıl Fransa edebiyat tarihini yeniden yazmamıza yardımcı olabileceğini” savunarak daha geleneksel orta çağ araştırmacılığına meydan okuması, bizlere bu savın önemine dair ufak bir fikir veriyor (Tymoczko 1986Tymoczko, Maria 1986 “Translation as a Force for Literary Revolution in the 12th Century Shift from Epic to Romance”. New Comparison 1. 7–28.: 22). Ya da John Corbett’in İskoç Ulusunun Dilinde Yazılmış (Written in the Language of the Scottish Nation) başlıklı kitabını ele alalım. Bu kitapta önerildiği üzere, İskoççaya yapılan çeviriler “ulusal arzuların bir kaydı görevi görmektedir” (Corbett 1999Corbett, John 1999 Written in the Language of the Scottish Nation. A History of Literary Translation into Scots. Clevedon and Philadelphia: Multilingual Matters.: 7). Araştırmacının söylediğine göre, İskoç edebiyatı Orta Çağdan 21. yüzyıla kadar çeviri tarihi ile yakın bir bağlantı içindedir ve İskoç edebiyatına dair herhangi bir araştırmanın çeviri unsurunu göz önünde bulundurması gerekir.
Çeviribilimin ilk yıllarında, çeviri ile alakalı yerleşik fikirler sorgulanıyordu. Eşdeğerliğin doğası, sadakat ve sadakatsizlik, işlevsel çeviri, çeviriye dilbilimsel yaklaşımlara karşı kültürel ve edebi yaklaşımlar, sözlü ve yazılı çeviri eğitimi arasındaki ilişki ve de çeviri uygulaması ile çeviri kuramının alakası gibi konular hakkında tartışmalar vardı. Bu çeşitlilik kaçınılmaz olmakla beraber alan için oldukça faydalıydı; öyle ki, alan gelişmeye başladıkça farklı alanlardan araştırmacılar fikir ve yöntemlerini birbirleriyle paylaşmaya başladı. Çeviribilim bir alan olarak kabul görmeye başladığında çeviribilim araştırmacıları farklı yollar izlemeye başladı: sözdeçeviri (bkz. Toury 1984Toury, Gideon 1984 “Translation, literary translation and pseudotranslation”. Comparative Criticism 6. 73–87.) ve zaman içerisinde çevirinin simgesel dili (bkz. Hermans 1985Hermans, Theo ed. 1985 The Manipulation of Literature: Studies In Literary Translation. London: Croom Helm.) üzerine yürütülen önemli çalışmaların yanı sıra, farklı bağlamlarda çeviri tarihinin üretildiği sayısız harita ortaya koyuldu. Bazıları da çevirmenin öznelliği, faillik, kültürel kimlik ve güç ilişkileri gibi zengin tartışma konularını beraberinde getirecek bulvarlara açılan etik meselelerin yollarına sapmayı seçti (bkz. Berman ve Wood 2005Berman, Sandra and Michael Wood eds. 2005 Nation, Language and the Ethics of Translation. Princeton: Princeton University Press.; Cronin 2006Cronin, Michael 2006 Translation and Identity. London and New York: Routledge.). Bu yollar birçok caddeye, dört yola açılır ve gezginleri hep kuramcılar ve pratisyenler olmuştur; bunlar genelde aynı kişilerdir.
Ancak çeviri âlemi dışından kaç araştırmacı bu yollarda yolculuk etmekte? Çevirinin artık bir âlem olduğu şüphe götürmez; bu durum 2009’da Leuven’de bu kadar çok seçkin profesörün bir arada bulunması ile de kanıtlanabilir. Kendi alanımız olsun istedik, elde ettik gibi de görünüyor; ancak bunun genele olan etkisi ne büyüklüktedir? Günümüzde çeviribilim ile potansiyel olarak çeviri ile alakalı alanlar olan edebi çalışmalar, dilbilim, tarih, politika, antropoloji, kültürel çalışmalar, medya ve iletişim çalışmalarının arasındaki iletişim ne boyuttadır? Bu sorular görmezden gelinemez.
Bir de çevirinin önemi üzerine yapılmış daha güncel bir açıklamayı inceleyelim:
Çeviriler, daimî bir değişim içinde olan edebi-tarihi bağlamların ve algıyı belirleyen dış koşulların etkisi altında olmakla birlikte bunları yansıtırlar. Yazarlık, faillik, öznellik, edimsellik, çok kültürlülük, sömürge-sonrasıcılık, ulusötesicilik, diasporal okuryazarlık, teknolojik okuryazarlık işlenirken, bunlarla kesişen bir analiz kategorisi olarak cinsiyetin göz ardı edilmesinin imkânsız olması gibi, çevirinin söylemsel alanlarda oynadığı hayati rolün görmezden gelinmesi de düşünülemez. Günümüzde çeviri hiç olmadığı kadar yazın, politika, estetik ve etik manalarıyla anılıyor. Artık çeviri sadece belli bir uzmanlık ya da yerelleşme odaklı dar çerçeveli teknik yöntemleri değil, en masumundan en kötü niyetlisine kadar tüm kültürel etkileşimlerin altında yatan bir alan olarak görülüyor.(Brodzki 2007Brodzki, Bella 2007 Can These Bones Live? Translation, Survival and Cultural Memory. Stanford: Stanford University Press.: 2)
Çevirinin, tıpkı bu yazıda yer aldığı gibi, cinsiyet kadar önemli bir mevzu olarak sunulması 1976’da hepimizi şaşırtırdı; ancak Amerikalı araştırmacı Bella Brodzki bu savı 2007’de öne sürdü. Fakat bu savın sahibi araştırmacı çeviribilim disiplininden gelmiyor. Brodzki yaşam yazını üzerinde uzmanlaşan bir karşılaştırmalı edebiyat profesörü. Brodzki’nin Bu Kemikler Yaşayabilir Mi? Çeviri, Hayatta Kalma ve Kültürel Bellek (Can These Bones Live? Translation, Survival and Cultural Memory) başlıklı kitabı çeviribilim külliyatında değil, Stanford Üniversitesi Yayınevi’nin çıkardığı ‘Günümüzde Kültürel Bellek’ (Cultural Memory in the Present) adlı bir dizide yer aldı. Brodzki, çeviribilim dışından gelip de çeviri hakkında paylaşacak pek çok fikri olan araştırmacıların sadece biri. Akla gelen diğer kişiler Emily Apter (2006)Apter, Emily 2006 The Translation Zone: A new comparative literature. Princeton: Princeton University Press., Azade Seyhan (2001)Seyhan, Azade 2001 Writing Outside the Nation. Princeton: Princeton University Press., Isabel Hofmeyr (2004)Hofmeyr, Isabel 2004 The Portable Bunyan. A Transnational History of The Pilgrim’s Progress. Princeton and Oxford: Princeton University Press. gibi isimler olup bunların arasında Theo D’haen, David Damrosch, Mads Rosendahl Thomsen, Djelal Kadir, César Domínguez (bkz D’haen 2011D’haen, Theo 2011 The Routledge Concise History of World Literature. London and New York: Routledge.; D’haen ve ark. 2011D’haen, Theo, David Damrosch and Djelal Kadir eds. 2011 The Routledge Companion to World Literature. London and New York: Routledge. & 2012D’haen, Theo, César Domínguez and Mads Rosendahl Thomsen eds. 2012 World Literature: A Reader. London and New York: Routledge.; Thomsen 2008Thomsen, Mads Rosendahl 2008 Mapping World Literature. International Canonization and Transnational Literatures. London: Continuum.) gibi çeviri konusunda dünya edebiyatı perspektifi açısından yazılar yazan ve sayıları gittikçe artan bir araştırmacı topluluğu bulunmaktadır. Bu kişilerin hepsi farklı alanlardan geliyor; çeviribilim araştırmacısı olmasalar da hepsi şu ya da bu açıdan çeviri ile etkileşim içinde; ayrıca kaynakçalarına bakılırsa çeviribilim yayınlarından pek de haberdar değiller. Bizler bu durumu, alanımızın son otuz yıl içinde katettiği yol veya genişleme olarak görüp heyecan verici bulabiliriz, ancak çeviri üzerine bu kadar fikrin alan dışı araştırmacılar tarafından sunulmasının da şaşırtıcı ve düşündürücü olduğunu kabul etmeliyiz.
Homi Bhabha’nın “kültürel çeviri” olarak betimlediği olgu, karşılaştırmalı edebiyat, dünya edebiyatı ve sömürgecilik sonrası çalışmalar alanlarında araştırma yapan kişiler için önemlidir. Bhabha ‘çeviri’ teriminin anlamını, “kültürün anlamının yükünü taşıyan” süreksiz tarihi gerçekliklerden oluşan, yoğun ve yüklü bir ara bölgeyi kapsayacak şekilde genişletmiştir (Bhabha 1994Bhabha, Homi 1994 The Location of Culture. London and New York: Routledge.: 38). Kuramcı yeni bir küresel olgu olan göç yazınını tartışmak için bir dil bulmaya çalışırken ‘melezlik’ (hybridity) ve ‘aradalık’ (liminality) gibi terimler kullanıyor ve göçmen ya da azınlık söyleminin sunduğu yeniliğin kaynağının ‘kültürel çeviri’ olduğunu ima ediyor. Böylelikle çeviri bir metafor olarak yeni bir edebi ve kültürel olguyu tartışmak, yani uluslararası ya da uluslarötesi hareket eden bir yazım üzerine fikir yürütmek için kullanılıyor.
Harish Trivedi, dillerarası aktarım sürecine dair gerçekleri görmezden gelmesi sebebiyle Bhabha’yı tek dillilik ile suçlayarak, kuramcının sunduğu çeviri terminolojisi kullanımına karşı çıkıyor. Trivedi, ortak editörlüğünü yaptığı sömürgecilik sonrası çeviri kuramı ve pratiği üzerine olan kitabın giriş yazısında şöyle diyor:
Göçmenlik, sürgün ve diyasporanın değer gördüğü çağımızda, çeviri kelimesi başladığı yere dönerek, diller arası alışverişi temsil eden mecazi anlamından uzaklaşıp, etimolojik ve fiziksel anlamı olan konumsal kopuş manasıyla varlığını sürdürmeye başlamış gibi görünüyor.(Bassnett ve Trivedi 1999Bassnett, Susan and Harish Trivedi eds. 1999 Postcolonial Translation. Theory and Practice. London and New York: Routledge.: 13)
Trivedi’nin iddiasına göre Bhabha’nın terminolojisi metinlerin dilbilimsel sınırlar arasındaki aktarımını içeren asıl çeviri kavramını görmezden geliyor. Daha kapsamlı politik sorunlardan, özellikle de başta İngilizce olmak üzere bazı dillerin diğer diller üzerindeki hakimiyetinden bahsedenler de oldu. Michael Cronin Çeviri ve Kimlik (Translation and Identity) başlıklı kitabında, amacını evrensel tutarlılık ve iletişim olarak sunan asimilasyonculuğun, aslında, baskın dillere bir üstünlük atfettiğini söyleyerek bu durumun daha az bilinen dilleri dezavantajlı bir pozisyona soktuğuna dair bir uyarıda bulunuyor. Yine de ‘kültürel çeviri’ yaygınlaştı ve bunun sebebini anlamak da zor değil: Başka bir terimin eksikliğinden dolayı ‘çeviri’ diyebileceğimiz olguyu içeren eserler üreten yazarların sayısı artmakta; çünkü başlangıç noktaları tek bir dil ya da kültür değil de çoğulluk ya da bunların birleşimi olan melezliktir. Brodzki, kurgu eserlerinde atalarının Çin kültürünü ‘çeviren’ Çin asıllı Amerikalı yazar Maxine Hong Kingston üzerine ders verirken, Walter Benjamin’in çeviriyi bir nevi sonraki yaşam olarak sunan kuramına uygun bir edebi paradigma keşfettiğini belirtiyor. Polonya asıllı Amerikalı yazar Eva Hoffman’ın dil kaybı ve geri edinimindeki karmaşık süreçleri araştıran anı türündeki Bir Konuşabilse (Lost in Translation) başlıklı kitabı çok satan bir kitap haline geldi ve anı türündeki benzer uluslarötesi eserler için de öncü oldu. Bunlara bir diğer örnek de Sırp asıllı İngiliz yazar Vesna Goldsworthy’nin Çernobil Çilekleri (Chernobyl Strawberries) başlıklı eseridir. Afrika ve Hindistan’dan gelen sömürgecilik sonrası yazarlar melez ve uluslarötesi yazılar yazmaya devam ederken, bu olgu aynı zamanda Avrupa’da da artıyor. Bu tür yazıların geleneksel sistemler içinde kategorilenmesi zordur. Bhabha’nın kullandığı çeviri metaforu uluslarötesi olgusunu anlamak için faydalı bir yol sunuyor.
2009 yılının haziran ayında Warwick Üniversitesi’nde düzenlenen bir yüksek lisans seminerinde Harish Trivedi tüm çeviribilim araştırmacılarına bir soru yöneltmişti. Trivedi hedef kitlesine günümüzün en popüler konularından biri olan ‘çevirinin’, tek dilli edebi kuramcılar tarafından ele geçirilmesine nasıl izin verdiklerini sordu. Onlara bu soruyu yöneltirken ‘çeviriyi’ diyaspora, göç ve sürgün bağlamlı yazından bahsetmek için bir metafor olarak kullandı. Bu kadar çok edebiyat araştırmacısı çeviri ile ilgilenmeye başlamışken çeviribilim neden başrolde değil sorusunu da ekledi. Bu güzel bir soru ve bir cevabı hak ediyor.
Çeviribilimin uluslarötesi yazın ile iletişim kurmaya niyetli midir veya buna muvaffak olabilir mi? Alandaki araştırmacıların yerleşik parametreler dahilinde uluslarötesi yazının kuramsal değerlendirmesini yaparken ne kadar başarılı olacaklarını sorgulamamız gerekiyor. Nitekim Theo Hermans yıllar önce yayınlanan bir makalesinde, “şayet çeviribilim disiplini kendi bilgi edinim yollarına ve koşullarına eleştirel bir şekilde yaklaşacaksa kendi sınırları dışına yönelmelidir” uyarısında bulunmuştu (Hermans 2002 2002 “Paradoxes and aporia in translation and translation studies”. Alessandra Riccardi, ed. Translation Studies: Perspectives on an Emerging Discipline. Cambridge: Cambridge University Press. 10–23.: 22). Hermans’ın uyarısı, dünya edebiyatı adı altında, küresel edebiyat üretiminin yeni formları ve çeşitli söylemlerle etkileşimde bulunan yeni bir araştırma alanı ortaya çıkmaya başladığında gelmişti. Tam da başka alanlardan araştırmacıların kültürlerarası aktiviteleri çeviri terimleri üzerinden düşünmeye başladıkları bir zamanda, çeviribilimin kendini tanımlarken benimsediği odak çok mu dardı konusunda varsayımda bulunmak ilginç.
Bu çetrefilli tartışmalar otuz yıl önce çeviribilimin öncüleri tarafından ortaya konan sorunlar kadar heyecan verici, çünkü çeviribilim bir noktaya kadar çok dar bir çerçevede varlığını devam ettirdi: Bir disiplin olarak kurumsallaşmaya çalışırken farkına varmadan “tesis” olup çıktı! Bizim, teşvike, uyarıma, itiraza ve sorgulanmaya ihtiyacımız var. Ben, kendi açımdan, her ne kadar şu sıralarda on beş saatlik bir otobüs yolculuğunu göze alamasam da, bir yerlerde heyecan verici bir seminer düzenlenirse gitmeyi düşünürüm.
Çeviribilimciler arasında bu görevi üstlenen araştırmacıların olduğuna dair işaretler var. Paschalis Nikolaou ve Maria-Venetia Kyritsi Kendini Çevirmek: Diller ve Edebiyatlar arasındaki Deneyim ve Kimlik (Translating Selves: Experience and Identity between Languages and Literatures) başlıklı makale derlemelerinin önsözünde “son yirmi yıldaki kuramsal paradigmanın artık süresi doldu” (Nikolaou ve Kyritsi 2008Nikolaou, Paschalis and Maria-Venetia Kyritsi eds. 2008 Translating Selves. Experience and Identity between Languages and Literatures. London: Continuum.: 2) diyerek çeviribilimin bir geçiş evresinde olduğunu iddia ediyorlar. Şimdilerde çeviri uygulamasını, çevirmenin görev ve benlik anlayışı üzerine yoğunlaşarak öznel ve duygusal etmenler üzerinden gözlemleme eğilimi olduğunu savunuyorlar. Bu durum dilsel, kültürel ve zamansal sınırları, yeni yollar üzerinden tartışan birçok günümüz yazarının ne yaptıklarına dair değerli bir bakış sağlıyor ve umuyorum ki çeviribilimin parametreleri bu tarz yazınları kuramsallaştırmak için uygun bir çerçeve sağlayabilir. Çeviribilimin geçtiğimiz otuz yıldaki başarısını kutlamak için 2009’da Leuven’de toplandığımızda bile içimizde büyüyen bir endişe vardı. Görünen o ki, çeviribilim alanı olarak bir dört yol ağzındayız: Oluşturup kontrol ettiğimiz ve kendi duvarları dışında çok az etki bırakmış bu sığınaktan bir an önce çıkmak için, uluslarötesi araştırmalar ile etkileşimde bulunmamız gerekmektedir.
Doris Bachmann-Medick (2009)Bachmann-Medick, Doris 2009 “Introduction: The Translational Turn”. Translation Studies 2:1. 2–16. Çeviribilim (Translation Studies) başlıklı akademik dergide ‘çeviri dönüşümü’ olarak adlandırdığı olguyu tartışıyor ve bu olgunun hem genel anlamda beşerî bilimlere hem de özellikle çeviribilime bazı sorular yönelttiğini söylüyor. Çeviribilim olarak genel anlamda beşerî bilimler kavramına doğru ilerliyor olabileceğimizi (Brodzki’nin önerdiği gibi) ve eğer gerçekten durum böyleyse diğer alanlarda çalışanlar ile çeviribilim araştırmacıları denilen kişilerin daha fazla karşılaşma imkânı olacağını söylüyor.
Çeşitli disiplinleri bir araya getiren çalışmalara iyi bir örnek olarak Isabel Hofmeyr’in Bunyan’ın Cep Kitabı. Hac Yolunda Giden Gezginlerin Uluslarötesi bir Tarihçesi (The Portable Bunyan. Transnational History of the Pilgrim’s Progress, 2004) başlıklı kitabı verilebilir. Bu kitapta Hofmeyr, 80’i Afrika dili olmak üzere sayısı 200’ü aşkın dil arasında dolaşan bir metnin yolculuğunun izini sürüyor. Araştırmacı metinsel aktarım ve kültürel değiş tokuş hakkında konuşmak için elektrik devresi ve alan metaforlarını kullanıyor ve araştırmasının sonuç kısmında, çalışmasının kendi tanımıyla ‘uluslarötesi devrelerin karmaşık kimyasını’ anlamak için yollar sunduğunu söylüyor. İnceleme, önce misyonerler tarafından desteklenip sonrasında yerelleşen evrensel bir yazar olan Bunyan’ın Afrika’da çevrilmesi ve yayılmasıyla başlıyor. Bunyan’ın 20. yüzyılda tipik bir İngiliz yazarı olarak yeniden ün kazanması, eserlerinin İngiliz İmparatorluğu’ndaki yaygınlığı ile açıklanıyor ve devre kapatılıyor. Bir eserin çoğuldizelge içindeki konumu zamana ve kültüre bağlı olarak değiştiği için, yazar, Bunyan’ın eserlerinin ihtacat ve ithalat süreçlerini inceliyor. Burada elektrik devresi hem uygun hem de güçlü bir metafor. Araştırmacının diğer bir bilimsel terim olan ‘kimya’yı kullanmasının nedeni de daha önceki çevirmenlerin kullandığı yorumbilimsel çağrışımlı ‘simya’ metaforudur. Hofmeyr’ın kitabı çeviri üzerine muazzam bir eser olmakla birlikte çeviribilimin içinden çıkan bir ürün değil. Tıpkı Brodzki gibi, Hofmeyr da çeviriyi, metinlerin uluslararası aktarımındaki ideolojik sorunları keşfetmek için bir araç olarak kullanıyor.
Bizim daha fazla disiplini içeren yeni devrelere ve her zamankinden daha kültürlerarası nitelikte olan günümüz metinlerini okumak için yeni okuma yöntemlerine ihtiyacımız var. Meslektaşlarımıza çeviribilim alanında ortaya koyulan muazzam araştırmaları daha iyi tanıtıp, alanlararası ve işbirlikçi projelerde daha fazla bulunmak için çeviribilim içindeki bizlerin mevcut sınırların dışına daha fazla göz atması gerekiyor. Saygınlık kazanmaya ve bağımsız bir disiplin olmaya o kadar odaklandık ki, farkında olmadan öncülük konumumuzu ve gündemi kaybettik. Kayıtsızlığa giden yolda en hızlı araç başarıdır; biz kendimizi birer çeviribilim araştırmacısı olarak görüyorsak sadece buraya nasıl geldiğimizi değil, bundan sonra kiminle nereye gitmek istediğimizi düşünmemizin de artık vakti geldi.